Kuvâyi Milliye; Şiirler 3

Stok Kodu:
9789750803758
Boyut:
135-210-0
Sayfa Sayısı:
234
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
25
Basım Tarihi:
2018-01-26
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
3.Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
%36 indirimli
300,00
192,00
Havale/EFT ile: 186,24
Aynı gün kargo
9789750803758
364291
Kuvâyi Milliye; Şiirler 3
Kuvâyi Milliye; Şiirler 3
192.00
Kuvâyi Milliye Saat 21-22 Şiirleri Dört Hapisaneden Rubailer Türk şiirinin çizgisini değiştirmiş, çok yönlü, evrensel boyutlu bir şair ve yazarın bu basım için yeniden gözden geçirilmiş, kaynak metinler esas alınarak düzeltilmiş "külliyatı"... Tadımlık Biz ki İstanbul şehriyiz, Seferberliği görmüşüz : Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin, vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi bir de İttihatçılar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi 914ten 18e kadar yedi bitirdi bizi. Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker erimiş altın pahasında gazyağı ve namuslu, çalışkan, fakir İstanbullular sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında. Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa ve süpürge tohumu ve çöp gibi kaldı çocukların boynu. Ve lâkin Tarabyada, Pötişanda ve Adada Kulüpte aktı Ren şarapları su gibi ve şekerin sahibi kapladı Miloviçin yorganına 1000 liralıkları. Miloviç de beyaz at gibi bir karı. Bir de sakalı Halifenin, bir de Vilhelmin bıyıkları. Biz ki İstanbul şehriyiz, güzelizdir, dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir. Öfkeli, büyük bir şair : Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir demiş bize ve bir başkası, yekpare Acem mülkünü fedâ etti bir sengimize. Biz ki İstanbul şehriyiz, işte, arzederiz halimizi Türk halkının yüce katına. Mevsim yazdır, 919dur. Ve teşrinlerinde geçen yılın dört düvele teslim ettiler bizi, gözü kanlı dört düvele anadan doğma çırılçıplak. Ve kurumuştu ve kan içindeydi memelerimiz. Biz ki İstanbul şehriyiz, Fransız, İngiliz, İtalyan, Amerikan bir de Yunan, bir de zavallı Afrika zencileri yer bitirir bizi bir yandan, bir yandan da kendi köpek döllerimiz : Vahdettin Sultan, ve damadı Ferit ve İngiliz muhipleri ve Mandacılar. Biz ki İstanbul şehriyiz, yüce Türk halkı, malûmun olsun çektiğimiz acılar... 919 Temmuzunun 23üncü günü pek mütevazı bir mektep salonunda inikad etti Erzurum Kongresi. Erzurumun kışı zorludur, balam, tandırında tezek yakar Erzurum, buz tutar yiğitlerin bıyığı ve geceleyin karlı ovada kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı. Erzurumda kavaklar, balam, Erzurumda kavaklar tane tane, kavaklarda tane tane yapraklar. Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez Erzurumda yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar. Erzurumun düzdür, topraktır damı. Erzurumun güzelleri giyer, balam, incecik ak yünden ehramı. Yürek boynun büker, balam, Erzurumlu türkülere. Halim selimdir Erzurumun adamı ve lâkin dönmesin gözü bir kere!... Erzurumda on dört gün sürdü Kongre : orda, mazlum milletlerden bahsedildi bütün mazlum milletlerden ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların. Orda, bir Şûrayı Millîden bahsedildi, İradei Milliyeye müstenit bir Şûrayı Millîden. Buna rağmen, Âsi gelmiyelim diyenler vardı, makamı hilâfet ve saltanata. Hattâ casuslar vardı içerde. Buna rağmen, Bütün aksâmı vatan bir küldür denildi. Kabul olunmaz, denildi, Manda ve Himaye... Buna rağmen, İstanbulda birçok hanımlar, beyler, paşalar, Türk halkından kesmişlerdi umudu. Yağdırıldı telgraflar Erzuruma : Amerikan mandası altına girelim, diye. İstiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma bugün bu, diyorlardı, mümkün değil, birkaç vilayet, diyorlardı, kalacak elde, şu halde, diyorlardı, şu halde, Memâliki Osmaniyenin cümlesine şâmil Amerikan mandaterliğini talep etmeği memleket için en nâfi bir şekli hal kabul ediyoruz. Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu. Erzurumun kışı zorludur, balam, buz tutar yiğitlerin bıyığı. Erzurumda kaskatı, dimdik ölür adam, kabullenmez yılgınlığı... İstanbulda hanımlar, beyler, paşalar, tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler, çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri ve biçare telgraf telleri devretmek için Amerikaya Anadoluyu şöyle diyorlardı Erzurumdakilere : Bizi bir başımıza bıraksalar, tarafgirlik ve cehalet ve çok konuşmaktan başka müspet bir hayat kuramayız. İşte bu yüzden Amerika çok işimize geliyor. Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika. Ne olacak, biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz, sonra Yeni Dünyanın sayesinde istiklâli kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye vücuda geliverir. Amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına nasıl bir idare kurduğunu Avrupaya göstermek ister. Hem artık işi uzatmağa gelmez. Çok tehlikeli anlar yaşıyoruz. Sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir : Türkiyeyi geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir. 4 Eylül 919da toplandı Sıvas Kongresi, ve 8 Eylülde Kongrede bu sefer yine ortaya çıktı Amerikan mandası. Ak koyunla kara koyunun geçitte belli olduğu günlerdi o günler. Ve İstanbuldan gelen bazı zevat, sapsarı yılgınlıklarıyla beraber ve ihanetleriyle birlikte bir de Amerikan gazeteci getirmiştiler. Ve Erzurumlulardan ve Sıvaslılardan ve Türk milletinden çok işbu Mister Bravna güveniyorlardı. Bu zevata : İstiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler! denildi. Fakat ayak diredi efendiler : Mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken, dediler, Herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben, dediler, Hem zaten, dediler, birbirine mani şeyler değildir istiklâl ile manda. Ve esasen, dediler, müstakil kalamayız böyle bir zamanda. Memleket harap, toprak çorak, borcumuz 500 milyon, vâridât ise 15 milyon ancak. Ve Allah muhafaza buyursun İzmir kalsa Yunanistanda ve harbetsek, düşmanımız vapurla asker getirir. Biz Erzurumdan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz? Mandayı kabul etmeliyiz, hemen, dediler. Onlar dretnot yapıyor, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Hem, İstanbuldaki Amerikan dostlarımız : Mandamız korkunç değildir, diyorlar, Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir, diyorlar. Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbuldan gelen zevat. Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat, Hey gidi deli gönlüm, dedi Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm, ya İSTİKLÂL, ya ölüm! dedi. Kambur Kerim de böyle dedi aynen. Adapazarlıydı Kambur Kerim. Seferberlikte ölen babası marangozdu. Seferberlik denince aklına Kerimin : çok beyaz bir yastıkta kara sakallı bir ölü yüzü, Fahri Bey çiftliğinde patates toplayıp kaz gütmek, mektep kitapları ve bir de saçları altın gibi sarı fakat alnı çizgiler içinde anası gelir. 335te Kerim Eskişehir e gitti, mektebe, teyzelerin
Kuvâyi Milliye Saat 21-22 Şiirleri Dört Hapisaneden Rubailer Türk şiirinin çizgisini değiştirmiş, çok yönlü, evrensel boyutlu bir şair ve yazarın bu basım için yeniden gözden geçirilmiş, kaynak metinler esas alınarak düzeltilmiş "külliyatı"... Tadımlık Biz ki İstanbul şehriyiz, Seferberliği görmüşüz : Kafkas, Galiçya, Çanakkale, Filistin, vagon ticareti, tifüs ve İspanyol nezlesi bir de İttihatçılar, bir de uzun konçlu Alman çizmesi 914ten 18e kadar yedi bitirdi bizi. Mücevher gibi uzak ve erişilmezdi şeker erimiş altın pahasında gazyağı ve namuslu, çalışkan, fakir İstanbullular sidiklerini yaktılar 5 numara lâmbalarında. Yedikleri mısır koçanıydı ve arpa ve süpürge tohumu ve çöp gibi kaldı çocukların boynu. Ve lâkin Tarabyada, Pötişanda ve Adada Kulüpte aktı Ren şarapları su gibi ve şekerin sahibi kapladı Miloviçin yorganına 1000 liralıkları. Miloviç de beyaz at gibi bir karı. Bir de sakalı Halifenin, bir de Vilhelmin bıyıkları. Biz ki İstanbul şehriyiz, güzelizdir, dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir. Öfkeli, büyük bir şair : Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir demiş bize ve bir başkası, yekpare Acem mülkünü fedâ etti bir sengimize. Biz ki İstanbul şehriyiz, işte, arzederiz halimizi Türk halkının yüce katına. Mevsim yazdır, 919dur. Ve teşrinlerinde geçen yılın dört düvele teslim ettiler bizi, gözü kanlı dört düvele anadan doğma çırılçıplak. Ve kurumuştu ve kan içindeydi memelerimiz. Biz ki İstanbul şehriyiz, Fransız, İngiliz, İtalyan, Amerikan bir de Yunan, bir de zavallı Afrika zencileri yer bitirir bizi bir yandan, bir yandan da kendi köpek döllerimiz : Vahdettin Sultan, ve damadı Ferit ve İngiliz muhipleri ve Mandacılar. Biz ki İstanbul şehriyiz, yüce Türk halkı, malûmun olsun çektiğimiz acılar... 919 Temmuzunun 23üncü günü pek mütevazı bir mektep salonunda inikad etti Erzurum Kongresi. Erzurumun kışı zorludur, balam, tandırında tezek yakar Erzurum, buz tutar yiğitlerin bıyığı ve geceleyin karlı ovada kaskatı katılaşmış, donmuş görürsün karanlığı. Erzurumda kavaklar, balam, Erzurumda kavaklar tane tane, kavaklarda tane tane yapraklar. Ve terden ve toz dumandan ve sinekten geçilmez Erzurumda yaz gelip de bastı mıydı sıcaklar. Erzurumun düzdür, topraktır damı. Erzurumun güzelleri giyer, balam, incecik ak yünden ehramı. Yürek boynun büker, balam, Erzurumlu türkülere. Halim selimdir Erzurumun adamı ve lâkin dönmesin gözü bir kere!... Erzurumda on dört gün sürdü Kongre : orda, mazlum milletlerden bahsedildi bütün mazlum milletlerden ve emperyalizme karşı dövüşlerinden onların. Orda, bir Şûrayı Millîden bahsedildi, İradei Milliyeye müstenit bir Şûrayı Millîden. Buna rağmen, Âsi gelmiyelim diyenler vardı, makamı hilâfet ve saltanata. Hattâ casuslar vardı içerde. Buna rağmen, Bütün aksâmı vatan bir küldür denildi. Kabul olunmaz, denildi, Manda ve Himaye... Buna rağmen, İstanbulda birçok hanımlar, beyler, paşalar, Türk halkından kesmişlerdi umudu. Yağdırıldı telgraflar Erzuruma : Amerikan mandası altına girelim, diye. İstiklâl, diyorlardı, şâyanı arzu ve tercihtir, amma bugün bu, diyorlardı, mümkün değil, birkaç vilayet, diyorlardı, kalacak elde, şu halde, diyorlardı, şu halde, Memâliki Osmaniyenin cümlesine şâmil Amerikan mandaterliğini talep etmeği memleket için en nâfi bir şekli hal kabul ediyoruz. Fakat bu şekli halli kabul etmedi Erzurumlu. Erzurumun kışı zorludur, balam, buz tutar yiğitlerin bıyığı. Erzurumda kaskatı, dimdik ölür adam, kabullenmez yılgınlığı... İstanbulda hanımlar, beyler, paşalar, tül perdeler, kravatlar, apoletler, şişeler, çıtı pıtı dilleri ve pamuk gibi elleri ve biçare telgraf telleri devretmek için Amerikaya Anadoluyu şöyle diyorlardı Erzurumdakilere : Bizi bir başımıza bıraksalar, tarafgirlik ve cehalet ve çok konuşmaktan başka müspet bir hayat kuramayız. İşte bu yüzden Amerika çok işimize geliyor. Filipin gibi vahşi bir memleketi adam etti Amerika. Ne olacak, biz de on beş, yirmi sene zahmet çekeriz, sonra Yeni Dünyanın sayesinde istiklâli kafasında ve cebinde taşıyan bir Türkiye vücuda geliverir. Amerika, içine girdiği memleket ve millet hayrına nasıl bir idare kurduğunu Avrupaya göstermek ister. Hem artık işi uzatmağa gelmez. Çok tehlikeli anlar yaşıyoruz. Sergüzeşt ve cidâl devri geçmiştir : Türkiyeyi geniş kafalı birkaç kişi belki kurtarabilir. 4 Eylül 919da toplandı Sıvas Kongresi, ve 8 Eylülde Kongrede bu sefer yine ortaya çıktı Amerikan mandası. Ak koyunla kara koyunun geçitte belli olduğu günlerdi o günler. Ve İstanbuldan gelen bazı zevat, sapsarı yılgınlıklarıyla beraber ve ihanetleriyle birlikte bir de Amerikan gazeteci getirmiştiler. Ve Erzurumlulardan ve Sıvaslılardan ve Türk milletinden çok işbu Mister Bravna güveniyorlardı. Bu zevata : İstiklâlimizi kaybetmek istemiyoruz efendiler! denildi. Fakat ayak diredi efendiler : Mandanın, istiklâli ihlâl etmiyeceği muhakkak iken, dediler, Herhalde bir müzâherete muhtacız diyorum ben, dediler, Hem zaten, dediler, birbirine mani şeyler değildir istiklâl ile manda. Ve esasen, dediler, müstakil kalamayız böyle bir zamanda. Memleket harap, toprak çorak, borcumuz 500 milyon, vâridât ise 15 milyon ancak. Ve Allah muhafaza buyursun İzmir kalsa Yunanistanda ve harbetsek, düşmanımız vapurla asker getirir. Biz Erzurumdan hangi şimendiferle nakliyat yapabiliriz? Mandayı kabul etmeliyiz, hemen, dediler. Onlar dretnot yapıyor, biz yelkenli bir gemi yapamıyoruz. Hem, İstanbuldaki Amerikan dostlarımız : Mandamız korkunç değildir, diyorlar, Cemiyeti Akvam nizamnamesine dahildir, diyorlar. Ve böylece, bin dereden su getirdi İstanbuldan gelen zevat. Sıvas, mandayı kabul etmedi fakat, Hey gidi deli gönlüm, dedi Akıllı, umutlu, sabırlı deli gönlüm, ya İSTİKLÂL, ya ölüm! dedi. Kambur Kerim de böyle dedi aynen. Adapazarlıydı Kambur Kerim. Seferberlikte ölen babası marangozdu. Seferberlik denince aklına Kerimin : çok beyaz bir yastıkta kara sakallı bir ölü yüzü, Fahri Bey çiftliğinde patates toplayıp kaz gütmek, mektep kitapları ve bir de saçları altın gibi sarı fakat alnı çizgiler içinde anası gelir. 335te Kerim Eskişehir e gitti, mektebe, teyzelerin
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat