Yetkin Düşünce Sayı 3 - Dini Düşüncede Güncelleme

Stok Kodu:
2770000040518
Boyut:
160-240-0
Sayfa Sayısı:
272
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2022-01-20
Kapak Türü:
Karton
Kağıt Türü:
Kitap Kağıdı
Dili:
Türkçe
Kategori:
%23 indirimli
50,00
38,50
Havale/EFT ile: 37,35
5 adet mevcut
2770000040518
578963
Yetkin Düşünce Sayı 3 - Dini Düşüncede Güncelleme
Yetkin Düşünce Sayı 3 - Dini Düşüncede Güncelleme
38.50
Türkiye'de geçtiğimiz günlerde gündeme gelen “dini düşüncede güncelleme” konusu, sorunlardan kaçış ve bu sorunlarla yüzleşememe problemimiz yüzünden isteksizce tartışılmış ve hemen kapatılmaya çalışılmıştı. Yetkin Düşünce dergisi üçüncü sayısında Mustafa Tekin'in “Güncelleme- Bir Yol Haritası”, Ahmet Keleş'in “Dinin Güncellenmesinin Anlam ve İmkanı”, Mustafa Öztürk'ün “Din Güncellenebilir mi? Güncellenemez mi?”, Kadir Canatan'ın “Ertelenmiş Güncellemenin Kaçınılmazlığı: Çağımızdaki İslam Anlayışları Üzerine Bir Sorgulama”, Mehmet Erdoğan'ın “Asıl Mevrid-i Nasda İçtihada Mesağ Vardır!”, Esat Arslan'ın “Tarık b. Ziyad 21.Asırda Yaşasaydı Tevbe Suresini Nasıl Okurdu?”, Sait Şimşek'in “Arayışlar”, Ayşe Yaşar Ümütlü'nün “Dinde Güncellemenin İmkanı Problemi ve Kadına Karşı Şiddet Örneklemi Üzerinden Analizi”, Yıldız Ramazanoğlu'nun “Ev Kadını Miti ve Değişen Kadın Profili”, Yaşar Soyalan'ın “İslam'ın Güncellenmesi Tartışmaları Bağlamında İlahi Vahyin Zamansal ve Toplumsal Gerçekliğe Tekabuliyeti Meselesi”, Muhammet Özdemir'in “İslam'ın Temsil Düzeninin Glokalizasyon Sorunu Özelinde Güncellenmesi”, Abbas Pirimoğlu'nun “Dinde Islah Tartışmalarında İşkaller ve Sualler”, Muhammet Çelik'in “Yenilenmenin Sorunlarına Dair”, Mehmet Evkuran'ın “İslam Düşüncesinde Yenilenme Arayışları: Tecdid Paradigması Üzerine Notlar” adlı yazılarıyla dosya konusunu inceliyor. “İslami Bilincin Günbatımı” adlı yazısıyla Atasoy Müftüoğlu ve “İran İslam Cumhuriyetinde Muhalefet: Devrim Sonrası Alternatif Politikalara Bakış” adlı yazısıyla Rıza Kurtuluş, derginin bu sayısında dosya konusu dışındaki makalelerini kaleme almışlar. Fatih Yaman'ın İranlı yazar ve akademisyen Mansur Hashemi ile yaptığı söyleşi derginin dosya konusuyla uyumlu olarak yine dini düşüncede güncelleme meselesi etrafında dönüyor. Derginin kültür-sanat bölümünde Muhammed Ekrem Çavuş, “İstanbul ile Halep Arasında Bir Kültür Köprüsü” başlıklı incelemesinde Halep'ten İstanbul'a gelerek Üsküdar'da Kelimât adlı bir sanat galerisi açan ve kültürler arasında köprü olmayı hedefleyen Adnan el-Ahmed'in macerasından bahsediyor. Kitap kritikleri bölümünde Kadir Canatan, Fazlurrahman'ın “İslami Yenilenme / Makaleler II” adlı kitabını, Rufi Tiryaki de Nasr Hamid Ebu Zeyd'in “Yenilik Yasaklama ve Yorum” adlı kitabını inceliyor. Güncelleme meselesinin kamuoyunda, hatta ilmi çevrelerde fıkıh ve fetva merkezli düşünüldüğünü belirten Mustafa Tekin, bu kısır tartışmadan çıkıp konunun insan haklarını da kapsayacak şekilde daha geniş bir şekilde ele alınmasını öneriyor. Yazara göre, dinin içine sızmış olan “tarihi ağırlıklar” atılmadıkça ve dinin temel ahlaki ve insani umdeleri hedeflenerek yeni bir hayat inşa edilmedikçe, gelenekte biriken ve din zannedilen bu şeyler Müslümanların geleceğe doğru sağlıklı bir şekilde yürümesini engellemeye devam edecektir. Ahmet Keleş dini güncellemenin anlam ve imkanını sorgularken, özellikle çok kullanılan “sabit ve değişken” ya da “tarihsel ve evrensel” gibi kavramların öncelikle yerli yerine oturtulması gerektiğini belirtiyor. Zira konunun uzmanı olmayanlar “evrensel” ile “tarihsel” kavramlarını birbirinin zıddı zannetmektedir. Oysa tarihselin zıddı mitoloji, evrenselin zıddı yerelliktir. Bu anlamda tarihsel olmak evrensel olmanın zıddı değil tam aksine zorunlu şartıdır; çünkü tarihsel olmayan evrensel olamaz. Ahmet Keleş'in yazısında ayrıca yeni bir epistemolojinin mahiyeti ve mantığı, sosyal ve hukuki düzenlemelerin sabit ve değişkenleri de inceleniyor. Mustafa Öztürk bu tartışmadaki kavramlar dünyasında daha da temele inerek “din” kavramından başlıyor işe. Dinin değişken değil sabit olduğunu, aksi halde ona din denilemeyeceğini ileri süren Öztürk, dinin uluhiyet ve rububiyette tevhid ilkesine karşılık geldiğini savunuyor. Ancak dinin değişmez olması, dine dair tasavvurların da değişmez olduğu anlamına gelmiyor. Allah tasavvuru ve ahiret inancı da buna dahildir. Daha sonra şeriatın ve şer'î hükümlerin “din” olup olmadığı sorusuyla devam ediyor yazı. Makalede nesih konusundan başlayarak güncelleme meselesi nüzul döneminden itibaren inceleniyor ve Kur'ân'daki “ma'rûf” kavramının “örf, adet ve gelenek”le hemen hemen aynı anlama gelmesinden hareketle “Kur'ân'daki pek çok hüküm dinî değil örfî niteliklidir” yargısına varılıyor. Pratik hayatla teorik söylemler arasındaki tezattan hareketle güncelleme meselesini ahlaki açıdan da sorgulayan yazarın şu sözlerini burada alıntılamak istiyoruz: “Günümüz İlahiyat camiasında çok sık şahit olduğumuz bu tutum aslında şeriat ve şer'î hüküm meselesinin çok kere “riyakârlık disiplini” içerisinde mevzu bahis edildiğini gösterir. Çünkü Kur'an'ın muamelat ve ukûbâtla ilgili ahkâmının tarih-üstü geçerliliğini savunan akademisyen zevatın kendi söylemlerini bizzat kendilerinin dahi umursamadıkları, pratik hayat tecrübelerinden bellidir. Hâl böyleyken, muamelat ve ukûbâta dair Kur'an ahkâmının tarihsel şartlar muvacehesinde işlevselliğini kaybettiği ve/veya kaybedebileceği yönündeki tespitler “tarihselcilik” kodlamasıyla bir çırpıda şeytanlaştırılabilmektedir.” Kadir Canatan, Bergson'un statik din - dinamik din ayrımıyla açtığı yazısını Malik b. Nebi'nin İslam dünyasıyla ilgili tespitleriyle devam ettirdikten sonra bugünkü Müslüman dünyanın gelenek ve yenilenme karşısındaki konumlarına göre üç kısma ayrıldığını ileri sürüyor: Gelenekçi İslam anlayışı, modernist İslam anlayışı ve yenilikçi İslam anlayışı şeklindeki bu tasnifte üçüncü sınıfta bulunanlar diğer iki sınıftaki aşırılıklara kaymayıp orta yolu tutanlar oluyor. Canatan ayrıca gelenekçilerin ve modernistlerin aşırı tutumlarındaki psikolojik ve sosyolojik temellerden de bahsettiği yazısında yenilenmenin nirengi noktası olarak İslami bilimlerin yeniden inşasını gösteriyor. Asıl can alıcı nokta ise güncelleme ve yeniden yapılanmanın engellenmesi halinde Müslüman dünyanın sekülerleşeceğine dair tespittir. Mecelle'deki “Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur” kaidesine gönderme yapan Mehmet Erdoğan “asıl mevrid-i nasta ictihada mesağ vardır!” diyor. Zira bizzat nasların anlaşılması ve yorumlanması ister istemez içtihat konusu olacaktır. Erdoğan'ın yazısında günümüz İslam dünyasının içinde bulunduğu vahim durumu gösteren çok sayıdaki pasajdan biri şu: “Kur'ân'da pek çok nassta kendisine atıfta bulunulan kölelik bir olgu olarak artık dünyamızda mevcut bulunmamaktadır. Buna mukabil onların yerini birkaç asırdır işçilik olgusu almıştır. Ne gariptir ki bizim hâlâ fıkıh diye elimizde bulunan kitaplarımızda kölelik ahkâmı var, ama hayatta köleliğin kendi yok, öbür taraftan da hayatta işçilik diye bir olgu var, bu kez de onların vakıasına uygun düşecek, grev, lokavt, toplu sözleşme, kıdem tazminatı, açlık ve yoksulluk sınırı, asgari ücret, taşeron işçilik, ücretlerin vergilendirilmesi ve zekatı vb. gibi sorunlarına cevap olacak fıkıhta ahkâm yoktur.” İçtihadın engellenmesinin aslında geleneği korumakla sınırlı kalmayıp günümüz toplumsal hayatında örneğin evlilik kurumunda nasıl adaletsiz uygulamalara yol açtığını okuduğunuzda, konunun önemini bir kez daha kavrıyorsunuz. Esat Arslan'ın Tevbe suresinin Abdullah Azzam yorumuna getirdiği eleştirisini ihtiva eden yazısının ardından Sait Şimşek'te karşılaştığımız tasnif daha geriden alınan ve daha derine inilen bir tasnif olarak çıkıyor karşımıza. Çünkü İslam alemi yenilgiye uğradığında aslında ortaya çıkan farklılıklar sadece din dahilindeki yaklaşım farklılıkları değildi. Bu yüzden fotoğrafa daha geniş bir açıdan baktığımızda “İslam dininden kısmen veya tamamen vazgeçilmesini savunanlar” ile “dinde ıslahatı savunanlar” olmak üzere iki grubun varlığını görürüz. Cumhurbaşkanının 8 Mart dünya kadınlar günündeki konuşmasıyla alevlenen bu güncelleme tartışması, Ayşe Yaşar Ümütlü'nün makalesinde “kadına şiddet” bağlamında ele alınıyor. Bu çerçevede yazar 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine dair yasa ve uygulamaları bir içtihat reformu olarak görüp göremeyeceğimizi sorguluyor. Hemen ardından Yıldız Ramazanoğlu değişen kadın profilinden bahseden yazısıyla geliyor. Kadınları fitne fesat sebebi olarak gören, meslek sahibi oldukları için onların yuva yıktıklarını düşünen, beş yaşındaki kız çocuklarını bile cinsel tahrik unsuru sayan, kadınları eşekle köpekle bir tutan, sürekli terbiye edilmeye muhtaç ikinci sınıf varlıklar konumuna iten, kadının dövülmesini erkeğin deşarj olması için gerekli bir İslami rükün olarak gören söylemler dört bir yanı sarmışken, kadın profili nasıl değişmesin? Zira sadece kadınlar üzerinden işleyen bir ahlakı dini olarak da temellendirmeye çalışmak, özellikle dini pratiklere daha eleştirel ve akli yolla yaklaşan genç kuşaklarda çözülmelere sebep oluyor. Diğer taraftan kadına dayatılan “ev hanımı olma” hikayesi, günümüz ev hanımlarının durumuna bakmayı da gerektiriyor. Ezilme ve sömürülme meselesi bir yana, “mütedeyyin kadınların vaktinin akıl almaz bayağılıktaki sabah kuşağı programlarıyla nasıl heba olduğunun tescillenmesi için kamuoyu araştırmaları yapılabilse keşke. Fakat biraz dikkatlice çevremize bakar ve kapılardan yayılan tv sesine kulak verirsek durumun vahametini, milyonlarca kadın enerjisinin bloke oluşunu, somut veriler olmaksızın da anlayabiliriz. Çürümenin ta kendisidir bu durum ama hiç kimsenin umurunda ve gündeminde değil. Yeter ki dört duvar arasında kontrol altında tutulsun bu cinsi latif.” Mehmet Yaşar Soyalan'ın yazısı, Nisa suresi 34.ayetin mealini Elmalılı ile Diyanet mealleri üzerinden karşılaştırarak, ayrıca yine aile ile ilgili meseleler üzerinden, güncelleme meselesini ele alıyor. Muhamet Özdemir'in yazısında güncelleme meselesi küreselleşme sorunu ve yazarın bir önceki sayıda da değindiği deizm tartışmaları eşliğinde ve özellikle Türkiye ölçeğindeki toplumsal olguların analiziyle birlikte ilerliyor. Abbas Pirimoğlu, yine yaptığı yoğun okumalarla Türkiye'deki değişim sosyolojisi ihtiyacına ve bunun arka planına değiniyor. Muhammet Çelik, yaşanan medeniyet krizinin çözülmesi için İslam dünyasının aydınlarınca sunulan acil çözüm önerilerinin sıhhatini, çözülmek istenen problemlerin gerçekten Müslüman toplumların problemi olup olmadığını, şeriatın maksatları ile yenilenme fikrinin maksatlarının kesişip kesişmediğini sorguladığı yazısında, verili değerlerin mutlak kabul edilmesi halinde ortaya çıkan durumun mahiyetine değiniyor ve yenilenmenin önündeki engeller olarak bir yandan İslam dünyasındaki milliyetçi bölünmeleri gösterirken diğer yandan gelenekçilerin ruhbanlaştırıcı baskısına işaret ediyor. Ancak teorik konuşmalar yenilenmeyi nasıl sağlayacak, üstelik din gibi toplumsal coşkuya ihtiyaç duyulan bir alanda? Mehmet Evkuran da benzer bir konuya değinmiş yazısında: Usul ve yönteme yapılan vurgunun çok abartıldığını söyleyen yazar, bu durumun “usul sorunu çözüldüğünde diğer tüm sorunların da kendiliğinden çözüleceğini” vehmettirdiğinin altını çiziyor. Oysa usul ve yöntem içerikten bağımsız değildir. Üstelik din anlayışındaki yenilenme çabalarının muhatabı olan dindar halklar, bu yenilenmeye dahil edilmediği sürece, herhangi bir yenilenmeden söz edilemeyecektir. Bu anlamda Atasoy Müftüoğlu'nun “entelektüel İslami mücadelenin küresel ufka sahip olması gerektiğine” dair hatırlatmasını içeren yazısı da, derginin kapak konusuyla örtüşmektedir.
Türkiye'de geçtiğimiz günlerde gündeme gelen “dini düşüncede güncelleme” konusu, sorunlardan kaçış ve bu sorunlarla yüzleşememe problemimiz yüzünden isteksizce tartışılmış ve hemen kapatılmaya çalışılmıştı. Yetkin Düşünce dergisi üçüncü sayısında Mustafa Tekin'in “Güncelleme- Bir Yol Haritası”, Ahmet Keleş'in “Dinin Güncellenmesinin Anlam ve İmkanı”, Mustafa Öztürk'ün “Din Güncellenebilir mi? Güncellenemez mi?”, Kadir Canatan'ın “Ertelenmiş Güncellemenin Kaçınılmazlığı: Çağımızdaki İslam Anlayışları Üzerine Bir Sorgulama”, Mehmet Erdoğan'ın “Asıl Mevrid-i Nasda İçtihada Mesağ Vardır!”, Esat Arslan'ın “Tarık b. Ziyad 21.Asırda Yaşasaydı Tevbe Suresini Nasıl Okurdu?”, Sait Şimşek'in “Arayışlar”, Ayşe Yaşar Ümütlü'nün “Dinde Güncellemenin İmkanı Problemi ve Kadına Karşı Şiddet Örneklemi Üzerinden Analizi”, Yıldız Ramazanoğlu'nun “Ev Kadını Miti ve Değişen Kadın Profili”, Yaşar Soyalan'ın “İslam'ın Güncellenmesi Tartışmaları Bağlamında İlahi Vahyin Zamansal ve Toplumsal Gerçekliğe Tekabuliyeti Meselesi”, Muhammet Özdemir'in “İslam'ın Temsil Düzeninin Glokalizasyon Sorunu Özelinde Güncellenmesi”, Abbas Pirimoğlu'nun “Dinde Islah Tartışmalarında İşkaller ve Sualler”, Muhammet Çelik'in “Yenilenmenin Sorunlarına Dair”, Mehmet Evkuran'ın “İslam Düşüncesinde Yenilenme Arayışları: Tecdid Paradigması Üzerine Notlar” adlı yazılarıyla dosya konusunu inceliyor. “İslami Bilincin Günbatımı” adlı yazısıyla Atasoy Müftüoğlu ve “İran İslam Cumhuriyetinde Muhalefet: Devrim Sonrası Alternatif Politikalara Bakış” adlı yazısıyla Rıza Kurtuluş, derginin bu sayısında dosya konusu dışındaki makalelerini kaleme almışlar. Fatih Yaman'ın İranlı yazar ve akademisyen Mansur Hashemi ile yaptığı söyleşi derginin dosya konusuyla uyumlu olarak yine dini düşüncede güncelleme meselesi etrafında dönüyor. Derginin kültür-sanat bölümünde Muhammed Ekrem Çavuş, “İstanbul ile Halep Arasında Bir Kültür Köprüsü” başlıklı incelemesinde Halep'ten İstanbul'a gelerek Üsküdar'da Kelimât adlı bir sanat galerisi açan ve kültürler arasında köprü olmayı hedefleyen Adnan el-Ahmed'in macerasından bahsediyor. Kitap kritikleri bölümünde Kadir Canatan, Fazlurrahman'ın “İslami Yenilenme / Makaleler II” adlı kitabını, Rufi Tiryaki de Nasr Hamid Ebu Zeyd'in “Yenilik Yasaklama ve Yorum” adlı kitabını inceliyor. Güncelleme meselesinin kamuoyunda, hatta ilmi çevrelerde fıkıh ve fetva merkezli düşünüldüğünü belirten Mustafa Tekin, bu kısır tartışmadan çıkıp konunun insan haklarını da kapsayacak şekilde daha geniş bir şekilde ele alınmasını öneriyor. Yazara göre, dinin içine sızmış olan “tarihi ağırlıklar” atılmadıkça ve dinin temel ahlaki ve insani umdeleri hedeflenerek yeni bir hayat inşa edilmedikçe, gelenekte biriken ve din zannedilen bu şeyler Müslümanların geleceğe doğru sağlıklı bir şekilde yürümesini engellemeye devam edecektir. Ahmet Keleş dini güncellemenin anlam ve imkanını sorgularken, özellikle çok kullanılan “sabit ve değişken” ya da “tarihsel ve evrensel” gibi kavramların öncelikle yerli yerine oturtulması gerektiğini belirtiyor. Zira konunun uzmanı olmayanlar “evrensel” ile “tarihsel” kavramlarını birbirinin zıddı zannetmektedir. Oysa tarihselin zıddı mitoloji, evrenselin zıddı yerelliktir. Bu anlamda tarihsel olmak evrensel olmanın zıddı değil tam aksine zorunlu şartıdır; çünkü tarihsel olmayan evrensel olamaz. Ahmet Keleş'in yazısında ayrıca yeni bir epistemolojinin mahiyeti ve mantığı, sosyal ve hukuki düzenlemelerin sabit ve değişkenleri de inceleniyor. Mustafa Öztürk bu tartışmadaki kavramlar dünyasında daha da temele inerek “din” kavramından başlıyor işe. Dinin değişken değil sabit olduğunu, aksi halde ona din denilemeyeceğini ileri süren Öztürk, dinin uluhiyet ve rububiyette tevhid ilkesine karşılık geldiğini savunuyor. Ancak dinin değişmez olması, dine dair tasavvurların da değişmez olduğu anlamına gelmiyor. Allah tasavvuru ve ahiret inancı da buna dahildir. Daha sonra şeriatın ve şer'î hükümlerin “din” olup olmadığı sorusuyla devam ediyor yazı. Makalede nesih konusundan başlayarak güncelleme meselesi nüzul döneminden itibaren inceleniyor ve Kur'ân'daki “ma'rûf” kavramının “örf, adet ve gelenek”le hemen hemen aynı anlama gelmesinden hareketle “Kur'ân'daki pek çok hüküm dinî değil örfî niteliklidir” yargısına varılıyor. Pratik hayatla teorik söylemler arasındaki tezattan hareketle güncelleme meselesini ahlaki açıdan da sorgulayan yazarın şu sözlerini burada alıntılamak istiyoruz: “Günümüz İlahiyat camiasında çok sık şahit olduğumuz bu tutum aslında şeriat ve şer'î hüküm meselesinin çok kere “riyakârlık disiplini” içerisinde mevzu bahis edildiğini gösterir. Çünkü Kur'an'ın muamelat ve ukûbâtla ilgili ahkâmının tarih-üstü geçerliliğini savunan akademisyen zevatın kendi söylemlerini bizzat kendilerinin dahi umursamadıkları, pratik hayat tecrübelerinden bellidir. Hâl böyleyken, muamelat ve ukûbâta dair Kur'an ahkâmının tarihsel şartlar muvacehesinde işlevselliğini kaybettiği ve/veya kaybedebileceği yönündeki tespitler “tarihselcilik” kodlamasıyla bir çırpıda şeytanlaştırılabilmektedir.” Kadir Canatan, Bergson'un statik din - dinamik din ayrımıyla açtığı yazısını Malik b. Nebi'nin İslam dünyasıyla ilgili tespitleriyle devam ettirdikten sonra bugünkü Müslüman dünyanın gelenek ve yenilenme karşısındaki konumlarına göre üç kısma ayrıldığını ileri sürüyor: Gelenekçi İslam anlayışı, modernist İslam anlayışı ve yenilikçi İslam anlayışı şeklindeki bu tasnifte üçüncü sınıfta bulunanlar diğer iki sınıftaki aşırılıklara kaymayıp orta yolu tutanlar oluyor. Canatan ayrıca gelenekçilerin ve modernistlerin aşırı tutumlarındaki psikolojik ve sosyolojik temellerden de bahsettiği yazısında yenilenmenin nirengi noktası olarak İslami bilimlerin yeniden inşasını gösteriyor. Asıl can alıcı nokta ise güncelleme ve yeniden yapılanmanın engellenmesi halinde Müslüman dünyanın sekülerleşeceğine dair tespittir. Mecelle'deki “Mevrid-i nasta ictihada mesağ yoktur” kaidesine gönderme yapan Mehmet Erdoğan “asıl mevrid-i nasta ictihada mesağ vardır!” diyor. Zira bizzat nasların anlaşılması ve yorumlanması ister istemez içtihat konusu olacaktır. Erdoğan'ın yazısında günümüz İslam dünyasının içinde bulunduğu vahim durumu gösteren çok sayıdaki pasajdan biri şu: “Kur'ân'da pek çok nassta kendisine atıfta bulunulan kölelik bir olgu olarak artık dünyamızda mevcut bulunmamaktadır. Buna mukabil onların yerini birkaç asırdır işçilik olgusu almıştır. Ne gariptir ki bizim hâlâ fıkıh diye elimizde bulunan kitaplarımızda kölelik ahkâmı var, ama hayatta köleliğin kendi yok, öbür taraftan da hayatta işçilik diye bir olgu var, bu kez de onların vakıasına uygun düşecek, grev, lokavt, toplu sözleşme, kıdem tazminatı, açlık ve yoksulluk sınırı, asgari ücret, taşeron işçilik, ücretlerin vergilendirilmesi ve zekatı vb. gibi sorunlarına cevap olacak fıkıhta ahkâm yoktur.” İçtihadın engellenmesinin aslında geleneği korumakla sınırlı kalmayıp günümüz toplumsal hayatında örneğin evlilik kurumunda nasıl adaletsiz uygulamalara yol açtığını okuduğunuzda, konunun önemini bir kez daha kavrıyorsunuz. Esat Arslan'ın Tevbe suresinin Abdullah Azzam yorumuna getirdiği eleştirisini ihtiva eden yazısının ardından Sait Şimşek'te karşılaştığımız tasnif daha geriden alınan ve daha derine inilen bir tasnif olarak çıkıyor karşımıza. Çünkü İslam alemi yenilgiye uğradığında aslında ortaya çıkan farklılıklar sadece din dahilindeki yaklaşım farklılıkları değildi. Bu yüzden fotoğrafa daha geniş bir açıdan baktığımızda “İslam dininden kısmen veya tamamen vazgeçilmesini savunanlar” ile “dinde ıslahatı savunanlar” olmak üzere iki grubun varlığını görürüz. Cumhurbaşkanının 8 Mart dünya kadınlar günündeki konuşmasıyla alevlenen bu güncelleme tartışması, Ayşe Yaşar Ümütlü'nün makalesinde “kadına şiddet” bağlamında ele alınıyor. Bu çerçevede yazar 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine dair yasa ve uygulamaları bir içtihat reformu olarak görüp göremeyeceğimizi sorguluyor. Hemen ardından Yıldız Ramazanoğlu değişen kadın profilinden bahseden yazısıyla geliyor. Kadınları fitne fesat sebebi olarak gören, meslek sahibi oldukları için onların yuva yıktıklarını düşünen, beş yaşındaki kız çocuklarını bile cinsel tahrik unsuru sayan, kadınları eşekle köpekle bir tutan, sürekli terbiye edilmeye muhtaç ikinci sınıf varlıklar konumuna iten, kadının dövülmesini erkeğin deşarj olması için gerekli bir İslami rükün olarak gören söylemler dört bir yanı sarmışken, kadın profili nasıl değişmesin? Zira sadece kadınlar üzerinden işleyen bir ahlakı dini olarak da temellendirmeye çalışmak, özellikle dini pratiklere daha eleştirel ve akli yolla yaklaşan genç kuşaklarda çözülmelere sebep oluyor. Diğer taraftan kadına dayatılan “ev hanımı olma” hikayesi, günümüz ev hanımlarının durumuna bakmayı da gerektiriyor. Ezilme ve sömürülme meselesi bir yana, “mütedeyyin kadınların vaktinin akıl almaz bayağılıktaki sabah kuşağı programlarıyla nasıl heba olduğunun tescillenmesi için kamuoyu araştırmaları yapılabilse keşke. Fakat biraz dikkatlice çevremize bakar ve kapılardan yayılan tv sesine kulak verirsek durumun vahametini, milyonlarca kadın enerjisinin bloke oluşunu, somut veriler olmaksızın da anlayabiliriz. Çürümenin ta kendisidir bu durum ama hiç kimsenin umurunda ve gündeminde değil. Yeter ki dört duvar arasında kontrol altında tutulsun bu cinsi latif.” Mehmet Yaşar Soyalan'ın yazısı, Nisa suresi 34.ayetin mealini Elmalılı ile Diyanet mealleri üzerinden karşılaştırarak, ayrıca yine aile ile ilgili meseleler üzerinden, güncelleme meselesini ele alıyor. Muhamet Özdemir'in yazısında güncelleme meselesi küreselleşme sorunu ve yazarın bir önceki sayıda da değindiği deizm tartışmaları eşliğinde ve özellikle Türkiye ölçeğindeki toplumsal olguların analiziyle birlikte ilerliyor. Abbas Pirimoğlu, yine yaptığı yoğun okumalarla Türkiye'deki değişim sosyolojisi ihtiyacına ve bunun arka planına değiniyor. Muhammet Çelik, yaşanan medeniyet krizinin çözülmesi için İslam dünyasının aydınlarınca sunulan acil çözüm önerilerinin sıhhatini, çözülmek istenen problemlerin gerçekten Müslüman toplumların problemi olup olmadığını, şeriatın maksatları ile yenilenme fikrinin maksatlarının kesişip kesişmediğini sorguladığı yazısında, verili değerlerin mutlak kabul edilmesi halinde ortaya çıkan durumun mahiyetine değiniyor ve yenilenmenin önündeki engeller olarak bir yandan İslam dünyasındaki milliyetçi bölünmeleri gösterirken diğer yandan gelenekçilerin ruhbanlaştırıcı baskısına işaret ediyor. Ancak teorik konuşmalar yenilenmeyi nasıl sağlayacak, üstelik din gibi toplumsal coşkuya ihtiyaç duyulan bir alanda? Mehmet Evkuran da benzer bir konuya değinmiş yazısında: Usul ve yönteme yapılan vurgunun çok abartıldığını söyleyen yazar, bu durumun “usul sorunu çözüldüğünde diğer tüm sorunların da kendiliğinden çözüleceğini” vehmettirdiğinin altını çiziyor. Oysa usul ve yöntem içerikten bağımsız değildir. Üstelik din anlayışındaki yenilenme çabalarının muhatabı olan dindar halklar, bu yenilenmeye dahil edilmediği sürece, herhangi bir yenilenmeden söz edilemeyecektir. Bu anlamda Atasoy Müftüoğlu'nun “entelektüel İslami mücadelenin küresel ufka sahip olması gerektiğine” dair hatırlatmasını içeren yazısı da, derginin kapak konusuyla örtüşmektedir.
Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat